30 Mart 2014 yerel seçimlerini etkilemesi beklenen 17 Aralık Yolsuzluk Operasyonları ve daha sonrasında konuyla ilgili olan olmayan diğer tüm ses kayıtları AKP seçmeni üzerinde olumsuz bir etki yaratmış olsa da Erdoğan'ın stratejik manevraları sayesinde seçimden zaferle çıkmayı başarmıştır.
Peki 17 Aralık gerçekten Erdoğan'ın hedef gösterdiği gibi Cemaat'in işi midir? Cemaat bu kadar kolay kadrolaşma imkanı bulduğu, ''Ne istediler de yapmadık?''la sabit olan istediği gibi devlet dairelerine yerleşebildiği ve makamları kullanabildiği bir iktidara neden ihanet etmek istesin? Cemaat çok mu vatanseverdir?
Bunların cevabını araştıracağız. Ancak kesin olan bir şey var ki; Erdoğan somut bir düşman yaratarak, kendi kitlesini kenetlemiş ve hatta bu dayanışmaya Cemaat'in içinden CHP ile ittifak kurmak istemeyen kitleyi de dahil etmeyi başarmıştır. Bunun üzerine alenen yapılan seçim hileleri, alenen kritik 11 il ve ilçelerinde kesilen elektrikler, alenen pusulalara evet mührü basan ve itiraf eden ablamız, alenen çöpe atılmış oylar ve alenen tuvaletlerde yakılmış oylar da eklenince AKP'nin ezici zaferi kaçınılmaz olmuştur.
17 Aralık operasyonuna dönecek olursak, bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak kendi düşüncelerimi, bazı haber sitelerinin haberleriyle destekleyerek sunmak istiyorum. Bütün bu yazacaklarımın kesin bir kanıta dayanmamakla beraber tamamiyle iddia niteliğinde ve yalnızca kendi düşüncelerimin dışavurumu olduğunu bir kez daha hatırlatmak isterim.
1) AT OYNATAN ÜÇÜNCÜ BİR OYUNCU VAR VE BU OYUNCU AKP'DEN DE CEMAAT'TEN DE DAHA BÜYÜK.
Şimdi biraz geriye gidelim ve Ergenekon ve Balyoz opersyonları ile yeniden gündeme gelen ''derin devlet'' olgusuna dönelim. Derin devlet, ülkemizin yabancı olmadığı ve asıl Susurluk kazasıyla ayyuka çıkmış bir konu. Nitekim, sevgili gazeteci - yazar Can Dündar'ın konuyla alakalı Sayın Bülent Ecevit ve Sayın Doğu Perinçek'in de yer aldığı bir Ergenekon belgeseli bulunmaktadır. ( İzlemek için: http://alkislarlayasiyorum.com/icerik/123487/yil-1997-ergenekon-belgeseli-can-dundar ) Bu belgeselde Ecevit, ''Ben ülkenin başbakanıyken, benim bile ulaşamadığım belgeler var.'' diyor. Bu aslında konuyu çok da güzel özetliyor.
Şimdi olay örgüsünü kurmay başlayalım.
Ergenekon örgütü (Türk derin devleti yerine bu ismi kullanacağım) Türkiye - ABD ilişkileri sonrası ABD'nin her ülkede kurmuş olduğu gibi oluşturduğu genelde NATO kapsamında eğitilen üst düzey komutanların askeri kanadını oluşturduğu bir örgüttür. Bunun delilini 80 darbesinde ''Our boys have done job!'' ile gördük.
AKP iktidarında yapılmış olan Ergenekon ve Balyoz operasyonlarının yine Ergenekon Örgütü tarafından yapıldığını düşünüyorum. Böylece asıl Ergenekon karşıtı paşalar içeri alınabilmiş ve Ergenekon'un has adamları dışarıda at oynatmaya devam etmiştir. Erdoğan konuyla çok da alakalı olmasa da diktatör rejimin getirdiği paranoya ile ses çıkarmamış, hatta bunu çok güzel bir politika malzemesi haline getirerek mağdur rolünü çok iyi oynamıştır.
Bu davalar kapsamında Ergenekon, Cemaat'in üst düzey koltukları işgal eden unsurlarını kullanmış ve böylece hedef şaşırtmıştır. Ancak çok ince bir detay, olayı daha da karmaşık hale getiriyor: Tübitak'ın hedef haline getirilmesi.
Davalarda kanıt olarak sunulan CD'lerin kurmaca olduğunu ispat eden Tübitak çalışanları ile ilgili (daha sonradan daha genel bir operasyon yapılıp, Cemaat'in elemanları yerleştirilecektir) operasyon yapılmasının yolu açılmıştır. ( http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/46129/TUBiTAK_uzmanlarina_yargi_yolu.html )
Bu olayın yanı sıra Ergenekon, yine Cemaat eliyle 4 yıldızlı generallerin bilebileceği sırları, askerin ''Kozmik Oda''larına girerek elde etmeyi başarmıştır. Böylece kendine karşı durabilecek güçleri birer birer pasifize etmiş, Cemaat'i aktif olarak kullanmış ve Erdoğan'ın eline politik kozlar vermiştir. Olayın sonuçlarından içeri alınan paşalar ve destekçileri hariç herkes memnundur. Hatta o dönemde halk arasında sürekli darbe yapagelen askeri kanadın gücünün kırıldığı yönünde olumlu bir algı bile yaratılmıştır.
Ancak Ergenekon davalarının ilk gününde dile getirilen asıl uzantıları dışarıda sözü o kadar sönük bir çığlık olarak kalmıştır ki bu hengamede fısıltıdan öteye gidememiştir: http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/ergenekonda-ilk-gun-tepkileri-haberi-6960
2) AKP KULİSLERİNDE KONUŞULAN YASİN EL KADI VE ERDOĞAN İLİŞKİSİ
Tübitak'ın Cemaat'in eline geçişiyle, Balyoz ve Ergenekon davaları sırasındaki dinlemeleri bahane ederek başbakana ''kriptolu telefon''lar vermeyi teklif etmiş ve daha sonra Erdoğan'a ailesine ve yakın kurmaylarına kriptolu telefonlar dağıtılmıştır. Ancak daha sonrada bu telefonlar da dinlenecek, Can Dündar'ın deyimiyle ''Erdoğan'ın En Uzun Günü''nü başlatacak hamleyi tetikleyecektir.
Dinlemelere ve yolsuzluk operasyonuna gelmeden önce söz konusu para ile ilgili AKP kulislerinde dolaşan bir iddia üzerinden gitmek istiyorum. (İddiayı telefonum üzerinden screenshot ile kaydetmeye çalıştım. okumak isteyenler için 4 bölümden oluşuyor: 1) http://i.hizliresim.com/wjEP7G.jpg - 2) http://i.hizliresim.com/e2Mm00.jpg - 3) http://i.hizliresim.com/xBVmBj.jpg - 4) http://i.hizliresim.com/KZrgy0.jpg )
İddiada ABD'nin 11 Eylül saldırıları sonrası El Kaide'yi finanse eden Arap iş adamlarını ortaya çıkarma çabasının bir sonucu olarak ''İslam'ın son kalesi'' diye nitelendirilen Türkiye'ye uçaklar dolusu paraların nakit olarak geldiğinden ve Erdoğan'ın yakın çevresi ve yakın kurmayları tarafından muhafaza edildiği belirtiliyor.
Aklıselim bir kişi, bir adamın yüklü bir miktar parayı, bir ülkenin kara kaşı kara gözü için ''alın bunla yatırım yapın'' zihniyetiyle hibe edeceği saçmalığını yutmaz. Ancak iddianın doğru olabilecek yanı şudur: Bu para Türkiye'ye gelmiş ve denildiği gibi Erdoğan ve kurmayları tarafından saklanıyor olabilir. Ancak Yasin El Kadı bu paraları Türkiye'ye hibe etmiş ise, karşılığında ne istemiştir. YouTube'a düşen Bilal Erdoğan ve Yasin El Kadı'nın ses kayıtlarından Türkiye'nin Ortadoğu ve Mısır politikalarının Yasin El Kadı güdümünde uygulandığı ve hatta Twitter'da fenoman olan @fuatavni'nin de belirttiği gibi Hakan Fidan'ın bu kapsamda görev alan bir İran ajanı olabileceği yönünde iddialar ortaya atılmıştı.
Nitekim, Erdoğan ve Yasin El Kadı ve Hakan Fidan arasındaki bu gizli görüşmeler görüntülenmiş ve basına sızdırılmıştı: http://sozcu.com.tr/2014/gundem/erdogan-yasin-el-kadi-bulusmasi-goruntulendi-460465/
Bu Yasin El Kadı'nın Türkiye'ye ilk gelişi değildi elbette ki... Daha önce de 15 Mart 2013'te geldiğinde Merter'de bir trafik kazası geçirmiş, ülkeye legal yollardan giriş yapmadığı için Erdoğan tarafından bizzat müdahale edilerek hastahanede tedavi altına alınmıştır. Bu kaza o dönem için bir suikast girişimi olarak da değerlendirilmiştir: http://www.hurriyet.com.tr/gundem/25878414.asp
Bu durumdan yola çıkarak, Türkiye'nin neden Suriye'ye karşı, kendi topraklarını ve askerlerini vurmak isteyecek kadar göz dönmüşlük sergilediğini sormak gerekiyor? Yasin El Kadı'dan gelmesi muhtemel olan bu para kan parası mıdır? Suriye ile çıkacak bir savaşın bedeli midir? Bu yüzden mi tüm dünya ihtiyatlı davranırken, Türkiye, Suriye ile yapılacak olası bir müdahalenin çığırtlanlığını yapmaktadır?
Cevaplanması gereken soruları ve halihazırda evlerde, ayakkabı kutularında bulunan bu dolarları bir kenara bırakalım ve 17 Aralık operasyonunun ne demek olduğunu anlamaya çalışalım.
3) 17 ARALIK OPERASYONU GERÇEKTEN CEMAAT'İN İŞİ MİDİR?
17 Aralık, 30 Mart'a çok uzak bir tarih. 4 ay gibi bir süre zarfı sonrası olacak olan bir yerel seçim bulunuyor. Bu sebepten Erdoğan'ın politik zekasıyla 4 ayda kolayca savuşturabileceği bir iddialar bütünüydü 17 Aralık. Peki bunu kim yaptı? Neden yaptı?
17 Aralık operasyonu Cemaat'in içinde konuşuluyor olsa da bu sadece muhabbetlere meze olan bir operasyondan öte değildi. Çünkü halihazırda en rahat ve en etkin dönemini AKP iktidarında kazanmış olan Cemaat'in çeşitli komplikasyonlar sonucu ihanet edeceği düşüncesi bana mantıklı gelmiyor. Eksikler çok büyük ve bunu üçüncü bir oyuncuya bağlıyorum.
Şöyle ki;
Bence hiçbir güç Türkiye'den Erdoğan'ın gitmesini istemiyor. Erdoğan tam istedikleri gibi bir oyuncu ve kontrolü çok iyi sağlıyor. Bunun sonuçlarına daha sonra değineceğim.
Ergenekon, yine Cemaat'in eliyle 17 Aralık'ta bir operasyon için düğmeye bastı. Bakan çocukları içeri alındı. Erdoğan ve kurmayları oldukça şaşkındı. AKP seçmeni oldukça şaşkındı ve korku içindeydi. AKP seçmeninden de öte iktidarın internet üzerindeki troll hesapları bile nereden neyi savunacaklarını bilemez bir halde allak pullak olmuşlardı. Eğer yerel seçimler hedeflenmiş idiyse, bu operasyonun tarihi 20 Mart ve sonrası olabilirdi. Ancak çok önce bu operasyonun yapılmsı beraberinde bazı soruları da getiriyordu.
Operasyondan sonra Erdoğan'ın sessizliği, Bülent Arınç'ın ''Cemaat bizim kardeşimizdir, böyle bişi yapmaz.'' ayarındaki demeçleri ve diğer birkaç hükümet sözcüsünün kaçamak cevapları AKP'nin yaşadığı şoku özetliyordu. Ancak tek şok içine giren AKP değildi.
Aynı saatlerde Cemaat'in eliyle yapılan bu operasyonu öğrenen Fethullah Gülen de şaşkınlık içerisindeydi. Neden böyle bir operasyon yapılmıştı. Vatan sevdalısı olmadığı aşikar olan bu oluşum, neden bir anda yolsuzluğu ortaya çıkararak vatanseverlik taslıyordu? Fethullah Gülen daha sonra kendi basın organlarından yapacağı açıklamalarda; Vallahi haberim yok.'' diyecektir.
Operasyon yapıldıktan sonra oluşan kaos ortamı aynı zamanda bir dayanışmayı getirmiştir. Cumhuriyetçi kesim AKP iktidarı karşısında en büyük kozu ele geçirdiklerini düşünerek hareket etmeye başlamış ve her ortamda AKP iktidarını vurmaya çalışmıştır. Erdoğan'ın bu operasyonun altında başka bir şey aradığı aşikardır ancak gelen bu saldırılar karşısında ortak bir kitle yaratarak, bu saldırılardan sağ çıkmayı hedeflemiştir. Böylece şaşkınlık içerisindeki kitlesine somut bir düşman olarak Cemaat'i sunmuştur.
Böylece tetiklenen AKP - Cemaat savaşı her iki tarafın da anlam veremediği sebeplerden açık bir düşmanlığa dönüşmüş ve son dönemlerde Asya Bank'ın borsa hisseleri dondurulmuş, Cemaat'in iş adamlarının mal varlıklarına tedbir konulmuş, dersane yasası meclisten geçirilmiş ve iş geri dönülemez noktaya gelmiştir. Bu kadar olaydan sonra AKP'nin %39'dan %45'e yükselen oyunun sebebi seçim hilelerinin yanında bu somut düşmanlıktır.
4) PARALEL DEVLET YAPILANMASI
Erdoğan bu saldırılara kılıf bulmakta gecikmemiş ve ''Paralel Devlet'' terimini ortaya atmıştır ve eklemiştir: ''Bunlar dış güçlerin güdümünde bir oluşum...'' Seçmen kitlesi kendilerini savunabilecekleri bu dala sıkı sıkıya sarılmış ve Erdoğan'ı tekrar yiğitlik koltuğuna oturtma gayretlerini her ortamda sürdürmüşlerdir.
Erdoğan'ı yolsuzluk operasyonundan daha fazla vuran şey, Cemaat'in yerleşmesiyle sağlam kale olarak gördüğü Tübitak'ın kendisini ve çevresini bizzat dinlemiş olmasıdır. 17 Aralık tarihli telefon görüşmeleri kriptolu telefonlardan gerçekleştirilmiş ancak zaten Tübitak tarafından verilen bu telefonlar yine Tübitak tarafından dinlenmiştir. Böylece en sağlam kalesinden darbe yiyen ve bunun Cemaat eliyle yapıldığını gören Erdoğan, her diktatörün yaşadığı paranoyayı yaşamış ve bir çok emniyet müdürünü, polis amirini, hatta bizzat polisleri pasifize etmiş, HSYK'yı yeniden düzenlemiş, savcıların elinden asker kullanma yetkisini almış ve medyaya ağır bir sansür uygulamıştır.
Bütün bunların ardında Cemaat'ten daha büyük bir gücün varlığını bilmesi Erdoğan'ı rahatsız etmektedir. Paralel Devlet'ten kasıt zaten Cemaat değildir. Bu derin yapılanmanın Cemaat'i kullandığını bildiğini ancak ne olduğunu bulamadığı için halkın önüne Cemaat'i somut bir düşman olarak sunmaktan çekinmediğini görüyoruz. Nitekim CHP - Cemaat ittifakının bir fiyaskodan ibaret olduğunu gördük son seçim sonuçlarında. Cemaat her halükarda CHP ile yakınlaşmayacak kadar ideolojik bir yapıdır; ki CHP son seçimlerde umduğunu bulamamıştır. Cemaat'in bile kendi içerisinde farklı fraksiyonlara ayrıldığını söyleyebiliriz.
5) ABD, ARAP ÜLKELERİNDE NE YAPTI? TÜRKİYE'DE NE YAPIYOR?
Arap ülkelerindeki halk isyanlarını destekleyerek yönetimlerin el değiştirmesini sağlayan ABD hem o bölgede nüfuzunu artırmak, hem de bizzat müdahale etmeden istediklerini elde etmek için çok güzel bir yol buldu. Kaldı ki Irak Savaşı, ABD için ekonomik bir hezimet demekti. Böylece tek kurşun atmadan yönetimler kendi güdümüne girecek ve şirketleri o bölgelerde at oynatacaktı. Öyle de oldu.
Türkiye'de ise Erdoğan'ın uyguladığı neoliberal politikalar sonucu bugün devletin ekonomideki payı %9'dur. Zaten 141 kalem devlet kurumu özelleştirme yoluyla yabancı sermayeye satılmıştır. Bu düzenin devam etmesi için Erdoğan'ın iktidarda kalması şarttır. ABD burada bir halk isyanına bile ihtiyaç duymamıştır. Belki Gezi'yi teşvik etmiş olabilirse de, silahlı bir çatışma yaratamamış, sağduyu baskın gelmiştir.
Eğer bir gün, bu şirketler borsadan çekilecek olursa, faaliyetlerini durduracak olursa, 2001 krizlerini özleyeceğimiz bir kriz ortamının oluşması işten bile değildir.
SON SÖZ
Cemaat, ilk defa devlet içerisinde koltuk işgal etmiyor ve memur yetiştirmiyor. En rahat yerleşebildiği bir ortamda ihanet etmesi için daha büyük nasıl bir sebebi olabilir? Bu akla yatkın gelmiyor. Neden devletin içinde yılalrca faaliyet göstermiş Ergenekon, Cemaat'in içine sızmış olmasın? Neden bütün bunlar ''algı yönetimi'' sayesinde, büyük resmi göremeyeceğimiz şekilde sunuluyor olmasın?
Bu ve daha bir çok soru belki cevapsız kalacak, belki zaman tüm cevapları verecek. Ancak aslolan bir şey var ki, ülkede insanlar, kendi çıkarlarını ülke çıkarlarından üstün tuttukları müddetçe, ülkemiz en derin ihanetlerin içinde sancıyla kıvranmaya devam edecektir.