Benim güzel halkım; aslında o kadar çok şevkate muhtaç ki... O kadar çok okşanmak istiyor ki... Bugün gazetelerde bi haber gördüm. Bir spor tesisinin açılışında basketbol topu dağıtmışlar. Teyzeler, amcalar falan birbirini yiyor. Amca 10 TL ya o top. Teyze 10 TL o top. Millet poşet falan getirmiş. İkişer üçer alıyorlar. Abi bakıyorum; 70'lik ninenin elinde 3 tane basketbol topu. Bir de başlık atmışlar habere; ''Basketbol'un Perileri'' diye. Şimdi ağlayalım mı? Gülelim mi? Yani sadece bedava top dağıtılıyor diye birbirini yiyen ama milli gelirde dünyada yükselen bir ülke var ortada.
Şimdi ben bunu şuna bağlıyorum: Güzel ülkemin güzel insanları o kadar çözememiş ki bir şeyleri. O kadar aç ki aslında. Yani doğu ile batı arasında sıkışıp kalmış. Yani cehalet o kadar fazla ki... Halkalı şeker isteyen bir çocuk gibi. Hani azıcık sus payı veriyosun. Kırıp veriyosun şekerden. Tamamı da değil. Ehe, diyor. Susuveriyor. O az önceki bağıra çağıra ağlayan çocuk o değil sanki. Eli yapış yapış olmuş şekerden; bitince bir kez daha sarılıyor devletin eteğine. Devlet de üstüm kirleniyor diye azarlayan ebeveyn. Şeker alıyor. Ama öyle hep de değil. Ara ara. O çocuk da hiç demiyor: bana halkalı şeker alma; o şekeri alacak parayı nasıl kazanırım onu göster. Onu öğret. İyi yetiştir beni. Ben birilerine şeker almiyim. Herkesin şeker alabilmesini sağliyim; demiyor. Ağlıyor bir daha. Bir parça şeker daha alıyor. Evine giderken; evsiz bir çocuk görüyor. Ebeveyni kapı önüne koymuş. Dövmüş. İtip kakmış. Hava atıyor şekeriyle. Bak, diyor uzaktan. Yalıyor bir parça daha. Diğer çocuk evsiz. Anlatsa dinleyeni yok. Ama hayatın içinde. Belki ismi şeker yiyen çocuk kadar anılmıyor ama ileride değişimi yapacak olan da o. Aslında o evsiz çocuk kendi için istemiyor şekeri. Herkesin şeker sahibi olmasını isteyen o asıl.
Sonra ebeveyn harçlık veriyor bir gün şeker isteyen çocuğuna. Çocuk mutlu ama şekere yetmiyor parası. Ebeveyn ertesi gün de ayakkabı alıyor yeni. Çocuk daha da mutlu. Ama gece bi oyun yapayım şuna diyor ebeveyn. Bakayım ne kadar uyanık. Harçlığını alıyor çocuğun. O gün hediye ettiği ayakkabının kutusuna koyuyor. Camdan görüyor evsiz çocuk. Ama kime ne diyebilir ki? Çocuğun gözü ertesi gün ayakkabıdan başka bişi görmüyor. Para kutuda. Sonra bakıyor ki ebeveyn; çocuğunun zeka seviyesi bir hayli düşük. Parayı ordan alıyor. Çocuk bir kaç gün sonra yine ağlıyor şeker için. Ebeveyn bu kez o evsiz çocuğu gösteriyor. Bak diyor, o da yemiyor şeker. Ağlaması durulur gibi oluyor çocuğun. Evsiz çocuk sessizce çaarıyor diğerini. Gel, diyor. Gel, bişi dicem. Çocuk burnu havada gidiyor diğerinin yanına. Neden? Çünkü o şeker yiyebiliyor. Baban sana verdiği parayı cebinden aldı; ayakkabı kutusuna koydu diyor. Diğeri inanmıyor. Bakıyor kutu boş. Yalan söylüyorsun, diyor. Evsiz çocuk; baban paranı çaldı diyor. Bana o veriyor diyor çocuk. Hem çaldıysa benden çaldı; sana ne! diyor. Babası dönüşte bir parça daha şeker alıyor çocuğa. Aferin çocuğum diyor. Uslu dur böyle. Uslu durursan asla onun gibi olmazsın diyor evsiz çocuğu gösterip.
Çocuk şekerini yalarken gülümsüyor. Ehe, diyor. Seni çok seviyorum.
Başı okşansın istiyor işte halkım. O kadar cahil ki; sevmek istiyorsun. O kadar aç ki masallara, şekere, bedava dağıtılan basketbol toplarına. Çocuk aslında kim şeker alırsa onun peşinden gidecek. Bugün bu iktidar alıyor şekeri; yarın bir başkası gelip alacak. Ama çocuk asla herkes şeker yesin diyemeyecek. Şeker yiyemeyene tepeden bakacak. Harçlığı alınıp; ayakkabı kutularına konulsa çalanı savunacak. Şeker bile alamayacak para ile ev satın alabilecek konumdaki ebeveynini savunacak. Ne zamana kadar? Sağlam bir tokat yiyene kadar.
O kadar sıkışıp kalmışız ve o kadar geri kalmışız ki dünyadan. En büyük gelişmemiz neredeyse interneti kullanıyor olmamız gibi. En azından dünyadan da haberdar olabiliyoruz.
Her şeyin şeklini seviyoruz mesela. Demokrasi? Evet çok güzel, ehe. Gelsin ama önce şeker! İsim olarak geliyor belki. Ama ''Burası Türkiye'' diye bir deyişin olduğu topraklardayız. Cahilliğimizden mizah fışkırıyor. Cehaletimiz paçamızdan akarken ''Burası Türkiye'' diyebiliyoruz. Ve umarsızca gülüyoruz ardından.
Çünkü biliyoruz ki ne kadar Avrupalı olmakla uğraşırsak uğraşalım; senede kişi başı 17 kitap düşen ülkelerle, senede 1 kitap başına 6 kişi düşen bir ülkenin yarışamayacağını biliyoruz içten içe. Okumuyoruz. Duyuyoruz. Bilmiyoruz. İnanıyoruz. Sevmiyoruz. Gösteriş yapıyoruz. Çünkü biliyoruz ki burası Ortadoğu aslında. Çünkü biliyoruz ki; mürekkebin kullanılmadığı coğrafyalarda; her yazı, her hikaye, her haber, her destan, her anlaşma, her savaş fermanı; her barış akdi kanla yazılıyor...
Halkalı şeker için ağlayan çocukla; o evsiz çocuk bir gün beraber oynarlar mı bilmem... Beraber yaparlar mı o herkesin şeker alabileceği değişimi...
Sadece umabiliyorum. Güzel ülkemin güzel insanları. Umarım bir gün mürekkebin kandan daha fazla işe yaradığını; sevginin nefretten katrilyonlarca kat iyi birşey olduğunu anlayacağız. Bunun cefasını sen çekeceksin, ben çekeceğim, o çekecek belki ama çocuklarımıza güzel günler bırakacağız; güneşli günler... Maviliklere... Umutla...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Parmaklarına kurban...