24 Nisan 2010 Cumartesi

Topluma Tutsak Olmak

1453’te yelkenleri biçerek, dağlardan çekilerle kalyonları çekerek, yürüyen kulelerle devasa toplarla İstanbul’u fethetmişti Fatih Sultan Mehmet. Üstelik 21 yaşındaydı daha. Ama iki yaşından beri her sabah kalktığında İstanbul’u görüyordu. Babasının emriyle yastığına işlenmişti İstanbul’un haritası… Daha o yaştan şartlamıştı kendini, bu muhteşem şehri almak için. Bu şehrin fatihi olmak için. Ama bugün çoğu şair, yazdığı İstanbul şiirlerinin Fatih’in eseri olduğunu ayrımsamaz…

Bir başarı birçok fikre ilham olabiliyor. Uğruna şiirler yazdırabiliyor, marşlar söyletebiliyor. Ancak bugün kendi özgürlüğünü kendi kendine kısıtlamış insanoğlu, küçücük başarıları elde etmek için bile kendini zorluyor. Bunun sebebi çok açık. Başarısızlık ihtimali her zaman başarı olasılığının önüne geçiyor. İnsanların kendini güvende hissetmesi ile ilgili bir durum bu. Herkes kendini önce garantiye almak istiyor. Başarısızlık unsurlarını egale ettikten sonra zaten başarının kendiliğinden geleceğini düşünüyor. Ancak ayrımsanması gereken nokta şu ki başarının büyüklüğü, başarısızlık unsurlarının ne kadar engellendiğiyle değil başarı için ne kadar çaba harcandığıyla ilgilidir. Bu yüzden başarısızlığı giderebilmek adına girişilen çabalar ancak başarısızlığı engelleyebilir; ve her biri başarıya bir katkı sağlamaktan uzaktır.

Toplum değerlerinde, başarı için çaba harcayanların başarısını saklamak veya gerekli saygıyı görmesini engellemek için yıllar önce sistematize edilerek oluşturulmuş köklü bir değer yargısı mevcuttur. Geçmişteki dillerde farklı şekillerde dilledirilmiş olsa da biz buna mütevazilik duvarı diyoruz. Bu duvar o kadar kuvvetli ki; toplum, bu duvarı yıkmaya çalışana karşı inanılmaz bir savunma mekanizması geliştirerek o kişi soyutluyor. Bu değerin kökenine inmek gerektiğinde şunu düşünebiliriz: Bazı başarılı insanların başarılarını kıskanan, hatta çekemeyen bazı kesimlerin, bu başarıların dillendirilmesini engellemek amacıyla üretmiş olduğu bir değerdir.

İnsanın doğası gereği dikkat çekmek, ilgi görmek ister. Ancak bunu yapacak bir şeye sahip değilse, sahip olana karşı içten içe kin duyar. Bir öğretmen kendinden bir konuda iyi olan bir öğrencisini sevmez, bir devlet adamı kendi işini daha iyi yapacak birini sevmez, vb. gibi… Bu somutlaştırıldığında koltuk sevdası gibi görünse de aslında bir statü problemidir. Daha önceden çeşitli yollarla elde edilmiş mevkiinin, henüz o mevkiiye gelememiş insanlar tarafınan gölgelenmesine karşı geliştirilmiş bir savunmadır.

Toplum, bu yarayı yıllar boyu kanatmış ve başarılı insanların cenazeleri geçmişimizde çok az kişiyle kaldırılmıştır. Çünkü çoğu kimse başarıları gölge altında bırakılan bu insanların ne yapmış olduğundan haberdar değildir. Günümüzde teknoloji sayesinde bile bu duvar kırılamamıştır ve halen vefasızlığa uğramış sanat ve bilim adamları bulunmaktadır.

Yaptığı bir şeyden dolayı kendini öven bir insan, kibirli olmakla yada ukalalıkla suçlanmaktadır. Oysa ki tüm insan psikolojinde, kişisel gelişim kitaplarında ve verimlilik alanında esas olan şey; insanın iyi yaptığı bir şey karşılığında ödüllendirilmesi esastır. Ancak geçmişten bugüne bu ödül kitaplarda geçen tek satır isimden öteye geçememiş ve verilen asıl ödül ‘unutulmak’ olmuştur.
Yani çok şey yaptıktan sonra, az kişiyle toprağa gömülmek…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Parmaklarına kurban...