24 Nisan 2010 Cumartesi

Sanat'ın Kökeni

Yaratılmışların en mükemmeli olarak adlandırıldı insan. Tanrı’nın müthiş bir sanat eseriydi. Ve her şeyin, tüm kainatın küçültülmüş halini barındırıyordu. Beyin hücresinin Samanyolu galaksisiyle aynı olduğunu kanıtladı bilim geçen yıllarda ve bütün binalardaki kalorifer sisteminin insanın damar sistemiyle birebir örtüştüğü gerçeği de çıktı ortaya.

Leonardo Da Vinci 1400lü yıllarda insanı incelemek için 30’dan fazla ölüyü kesip biçti. Kalbin yapısını, iskelet sistemini, kas ve damar sistemini çözmeye çalıştı ve yaptığı çizimlerle çağının çok çok ilerisinde buluşlara imza attı. Hatta iskelet sistemi arasına kasların yerini alacak misina ipler sararak, iskeletin işleyiş yapısını çözmeye çalıştı. Bütün bunlar Tanrı’nın sanatını biraz olsun anlamak içindi. Ancak akıllara bu noktada şöyle bir soru geliyor: Sanat dediğimiz olgu içinde önemli olan şey; sanatın kendisi mi sanatçının düşüncesi mi?

Sanatın ülkemizde tartışılan en büyük sorularından biri ‘Sanat ne içindir?’ sorusu olmuştur. Cevabı iki şıklı olsa da ikisi için de ‘cevap olmama’ ihtimali göz önüne alınmalıdır. Çünkü asıl soru yukarıdaki gibi olmalıdır ki, bu soruya verilen cevap zaten ‘sanatın ne için olduğu’ sorusunun da cevabı olacaktır.

Sanatta yıllarca ‘bireysellik’ ilkesi hakim oldu ve sanata öznellik yüklendi. Ancak realizim akımında yer alan eserler için herkesin aynı şeyi anlamasının hedeflenmesi bu ilkeyi çürütecek bir kanıt oldu. Bunun karşılığında gelişen sürrealist akımlar bireyselcilik ilkesini canlı tutmaya çalıştıysa da bu konuda hâlâ ikiye ayrılan görüşleri görmek mümkün.

İnsan ilk sanat ürünlerini taklit ederek vermiştir. Toprağı eşeleyerek başlayan çizimlerden, mağara duvarlarındaki çizimlere oradan da (onlar o zaman bilmiyor olsalar da) 3. boyutu katmak adına ağaçtan oyma heykelciklere ve daha sonra taş oymacılığına geçmişlerdir. Bu noktada sanatın sanattan çıktığını söyleyebiliriz. Doğanın her bir köşesi bir sanat ürünüdür. Ancak her sanat ürünün bir yapanı olduğunu inkâr edemeyiz ve doğanın da Tanrı’nın sanatı olduğunu idrak etmemiz gerekir. Yaratılış inancından ayrı tutulması gereken ve tesadüfleri reddeden bir sanat kökeni arayışıdır bu. Günümüz sanatının taklitlerden yola çıkarak, insanın bugün kendinde gördüğü farklı şeyler üretebilme yetisinin sonucu olduğunu düşündüğümüzde göreceğimiz şey şudur ki: sanatla anlatılmak istenen şey; her zaman, var olan bir şeyin düşünceye yansıması olmasıdır. Bu da sanatın asıl kaynağının ilk sanatçı olduğu sonucunun bir kanıtıdır.

İnsan, inançlara göre hayatını şekillendirse de inançsız sanatçılar dahi ilk sanatçının yaptıklarını taklitten öteye gidememiştir. Elbette ki yanılıyor olabiliriz. Belki sanat denilen her şey tesadüftür. Ancak hiçbir sanatçı ürettiği eseri tesadüfle açıklamaz. Tesadüf olan hiçbir şey de zaten sanat eseri olamaz…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Parmaklarına kurban...