
Binlerce yıl önce küçücük bir et parçası için çıkmıştı belki ilk savaş. Açlığı gidermek için. İnsanoğlu kendi icat ettiği ucunu sivrilttiği taşlarla saldırdı belki birbirine. Bugün de durum bundan farklı değil. Yaşamak için savaşmak üzere yaratılmış gibiyiz. Sanki ağaçlarımız yüksek binalar ve biz aralarında yaşayan orman hayvanları.
İnsanın suratına tokat gibi çarpan bazı cümleler vardır. Yine insanlar tarafından söylenmiş ama insanların sevmediği. Bunların en başında insanların hayvanlarla eş görüldüğü sözlerdir. Genelde düşünürler tarafından söylenmiş ancak genelde bunu söyleyen düşünürler, doğrudan veya dolaylı sebeplerden dolayı öldürülmüşlerdir.
İnsanoğlunun ilk savaşları açlığı gidermek uğruna olsa da Rönesans döneminde düşüncelere karşı gelişmiş ve günümüze kadar değişerek ‘Neye ihtiyaç varsa onun için’ savaşılmaya başlanmış, hatta bir yerden sonra da zevk için bile savaşlar çıkarılır olmuştur.
Savaşlarda sadece liderlerin ismini kaydeder tarih ve en büyük puntolarla yazılması gereken savaşanların isminden çok nadir söz eder. Ancak hiçbir ölen çocuğun adı hatırlanmaz ve çocuğun neye üzüldüğünün bir önemi de yoktur. Oyuncaksız kalmak mıdır peki bir çocuğu üzen şey? Yoksa hayatta kalmak mı ölen annesinin ardından? Bunun ayrımına varmaz hiç kimse, hatta tarih bile.
Düşününce savaşın vahşetini vücutta bile hissedebilir insan. Arada düşünmüyor değilim, ‘Kurşun vücuda nasıl girer?’ diye.
Sanırım önce yivden çıkarak döne döne geliyor ve oldukça sıcak. Gidişi tetikleyen barut patlaması ve yivden geçerken oluşan müthiş sürtünme kuvveti mermiyi alabildiğince ısıtıyor olmalı. Ve mesafeye göre değişen ancak en fazla 2.5 saniye olan bir süreden sonra mermi vücutla ilk temâsını deride gerçekleştiriyor. Deriye değdiği an yakıyor de dönerek parçalayıp, alt dokulara doğru ilerliyor. Daha sonra damarları ve kas sistemini de parçalayıp geçtikten sonra iç organı parçalayarak yavaşlıyor ve genelde vücuttan çıkmadan duruyor. İnsan vücudu her ne kadar yumuşak bir dokuysa da bir mermiyi kendi içinde durdurabilecek kadar sağlam bir yapıya sahip. Bu, belki de onu savaşların en vazgeçilmez unsuru yapıyor.
Ancak savaşta ölenlerin sayısı, liderlere istatistik bir bilgiden başka bir şey ifade etmiyor. Sadece sayı üstünlüğüne dayanan ve ‘Elimizde şu kadar asker var’ ile devam eden bir düşünceye hizmet eder ölen her asker… Bunun en iyi ifadesi İkinci Dünya Savaşı sırasında Stalin tarafından söylenmiştir: ‘Savaşlarda bir insanın ölümü trajedi, milyonlarca insanın ölümü ise istatistiktir.’
Ne için, kim için koskoca bir ömrü feda ettiğini bilmeyen insanoğlunun, elbette ki bunu görmesi ve bu bilgeliğe ulaşması arzu edilmez. Bu bilgeliğe ulaşılması gerçekleşecek olursa; savaşacak yada savaşlarda ölecek insan bulunamaz çünkü. Oysa bu büyük oynayanların, satranç tahtası başında olanların istemediği bir olaydır.
Çünkü piyonsuz bir satranç oynanamaz. İnsanların bilmesi gereken nokta şudur: Özgürlük herkese eşit dağıtılmış bir nimettir. Kimse kimseden üstün değildir. Ve sadece yüksek bir koltukta oturuyor diye, yada bir kimse bir kimseden bilmem kaç yıl önce doğdu diye kişinin özgürlüğü kısıtlanamaz. Satrançtan örnek verdikten sonra akla gelen güzel bir sözle sonladırmak istiyorum yazımı: Oyun bittiğinde şah da piyon da aynı kutuya düşer.
İnsanın suratına tokat gibi çarpan bazı cümleler vardır. Yine insanlar tarafından söylenmiş ama insanların sevmediği. Bunların en başında insanların hayvanlarla eş görüldüğü sözlerdir. Genelde düşünürler tarafından söylenmiş ancak genelde bunu söyleyen düşünürler, doğrudan veya dolaylı sebeplerden dolayı öldürülmüşlerdir.
İnsanoğlunun ilk savaşları açlığı gidermek uğruna olsa da Rönesans döneminde düşüncelere karşı gelişmiş ve günümüze kadar değişerek ‘Neye ihtiyaç varsa onun için’ savaşılmaya başlanmış, hatta bir yerden sonra da zevk için bile savaşlar çıkarılır olmuştur.
Savaşlarda sadece liderlerin ismini kaydeder tarih ve en büyük puntolarla yazılması gereken savaşanların isminden çok nadir söz eder. Ancak hiçbir ölen çocuğun adı hatırlanmaz ve çocuğun neye üzüldüğünün bir önemi de yoktur. Oyuncaksız kalmak mıdır peki bir çocuğu üzen şey? Yoksa hayatta kalmak mı ölen annesinin ardından? Bunun ayrımına varmaz hiç kimse, hatta tarih bile.
Düşününce savaşın vahşetini vücutta bile hissedebilir insan. Arada düşünmüyor değilim, ‘Kurşun vücuda nasıl girer?’ diye.
Sanırım önce yivden çıkarak döne döne geliyor ve oldukça sıcak. Gidişi tetikleyen barut patlaması ve yivden geçerken oluşan müthiş sürtünme kuvveti mermiyi alabildiğince ısıtıyor olmalı. Ve mesafeye göre değişen ancak en fazla 2.5 saniye olan bir süreden sonra mermi vücutla ilk temâsını deride gerçekleştiriyor. Deriye değdiği an yakıyor de dönerek parçalayıp, alt dokulara doğru ilerliyor. Daha sonra damarları ve kas sistemini de parçalayıp geçtikten sonra iç organı parçalayarak yavaşlıyor ve genelde vücuttan çıkmadan duruyor. İnsan vücudu her ne kadar yumuşak bir dokuysa da bir mermiyi kendi içinde durdurabilecek kadar sağlam bir yapıya sahip. Bu, belki de onu savaşların en vazgeçilmez unsuru yapıyor.
Ancak savaşta ölenlerin sayısı, liderlere istatistik bir bilgiden başka bir şey ifade etmiyor. Sadece sayı üstünlüğüne dayanan ve ‘Elimizde şu kadar asker var’ ile devam eden bir düşünceye hizmet eder ölen her asker… Bunun en iyi ifadesi İkinci Dünya Savaşı sırasında Stalin tarafından söylenmiştir: ‘Savaşlarda bir insanın ölümü trajedi, milyonlarca insanın ölümü ise istatistiktir.’
Ne için, kim için koskoca bir ömrü feda ettiğini bilmeyen insanoğlunun, elbette ki bunu görmesi ve bu bilgeliğe ulaşması arzu edilmez. Bu bilgeliğe ulaşılması gerçekleşecek olursa; savaşacak yada savaşlarda ölecek insan bulunamaz çünkü. Oysa bu büyük oynayanların, satranç tahtası başında olanların istemediği bir olaydır.
Çünkü piyonsuz bir satranç oynanamaz. İnsanların bilmesi gereken nokta şudur: Özgürlük herkese eşit dağıtılmış bir nimettir. Kimse kimseden üstün değildir. Ve sadece yüksek bir koltukta oturuyor diye, yada bir kimse bir kimseden bilmem kaç yıl önce doğdu diye kişinin özgürlüğü kısıtlanamaz. Satrançtan örnek verdikten sonra akla gelen güzel bir sözle sonladırmak istiyorum yazımı: Oyun bittiğinde şah da piyon da aynı kutuya düşer.
Eklediğin yazılara, genişçe eleştiri yazıcam bir ara.
YanıtlaSil